Ey benim büyük milletim. Destanlar yazan, dünyayı dize getiren, tarihi boyunca daima özgür yaşamış eşsiz milletim. Seni özgürlüğe duyduğum kadar yüce bir saygıyla selamlıyorum. Oksijen kadar önemli, su kadar gerekli, atom kadar akıl almaz bir dehanın, gökyüzü kadar derin bir fedakarlık mucizesinin önünde eğilmekten onur duyuyorum.
Bunca yıldır başımıza gelen sayısız felakete rağmen, “Bu vatan benim vatanımdır!” diyerek her türlü acıyı bağrına bastın. Bazen canın çok yandı, içinden kızdın bana. Gönül koydun kimi zaman; ama ben yurt dışında seni temsil ettiğimde, ellerini açıp dualar ettin hep bana. Kızdığında bile sen beni hep çok sevdin. Hani babası çocuğunu döverken bile sever ya, öyleydi işte bana olan kırgınlığın. Nasıl sevmezsin ki sen beni? İnsan, evladını nasıl sevmez? Beni bu topraklar doğurdu. Beni sen doğurdun.
‘Kurtuluş Destanı’nı yazdığımız o günleri hatırlıyor musun? Beraber yazmıştık. Sen ve ben. Ben komutan olmuştum, sen asker. Çanakkale’de şehit olan sendin. Atatürk bendim. 300 kiloluk mermiyi topa sen sürmüştün. El ele vermiştik seninle. Dize getirmiştik yedi düveli. Beraber koparmıştık Yunan’ın Fransız’ın elinden bu cennet vatanı. ‘Hangi çılgın bize zincir vurabilir?’ diye gülüşmüştük şark cephesinde.
El ele verince dağlar küçülüyordu karşımızda! Ne girdaplardan geçmiş gitmiştik, diz boyu saplanmıştık çamurlara, beraber basmıştık bütün mayınlara hayatını koymuştun benimkinin yanına gözünü hiç kırpmadan, göğsünü siper etmiştin bana. Umurumuzda değildi dünya. Korkutmuyordu ölüm bizi. Süngümüzdü ecel, yanımızdaki mataraydı Azrail. Sen yanımdayken ne aslan kaplan, ne kurt ne kuş, ne Fransız ne Rus korkutuyordu beni.
Hatırlıyor musun o uçuşan kafaları, kolları, bacakları?… Hatırlıyor musun gökten parça parça sen yağdığını, ben aktığımı. Hatırlıyor musun o amansız, o zamansız ölmelerimizi?
Peki şimdi ne oldu bize? O kıyasıya, o çıldırasıya, o ölümüne girdiğimiz savaşları, kan gölüne dönen Çanakkaleleri, İzmirleri, Erzurumları kurtarıp geçen biz, ufacık bir derede tıkandık, öylece kalakaldık. Geçemiyoruz. Aman vermiyorlar bize. İçim yanıyor! O koca kan gölünde boğulmadık da beş para etmez bir derede aman diliyoruz muhannete.
Borçlandık, muhannete borçlandık. Nasılını nedenini sorma, borçlandık işte. Başımızı dik tutamıyoruz eskisi gibi. Tüm dünya birleşerek; topla, tüfekle, silahla, dipçikle ezemedi de bizi, ‘faiz’ diye uydurma bir belayla eziyorlar şimdi. Peki yakışır mı bu bizim şanımıza?
Dağlardan gemiler yürüten bir ecdadın torunları olarak şimdi 100 milyon dolar için sıra bekliyoruz el kapısında. 10 milyon dolar bile büyük para gibi geliyor bize. Elin adamı tek başına 30 yılda 700 milyar dolar kazanabiliyor da biz 70 milyon insan bir araya gelip şu üç kuruş borcumuzu ödeyemiyoruz. Neden? Çünkü inancımızı yitirdik, güvenimizi kaybettik, tatillere gömüldük, tembelliklere boğulduk.
Yılın yarısından çoğunu tatille geçiriyoruz. 30 Ağustos gibi bir günü resmi tatile dönüştürmek ne kadar anlamlı geliyor sana. 30 Ağustos’ta dedemiz savaşıyordu. Biz de hiç olmazsa çalışmalıyız. Tüm zaferlerimizi çalışarak kutlamalıyız; çünkü zaferler ancak ter dökülerek kazanılır, tatil yaparak değil.
Olağanüstü zaferlerden sonra borçlu yaşayıp, el alemden aman dilemek benim zoruma gidiyor! Sonra seni düşünüyorum. Senin o asil duruşun var ya, o bir hilal uğruna binlerce güneş batıran akıl almaz mücadeleciliğin var ya… Bana “Dur, korkma, üzülme, vazgeçme, diren, dayan!” diyor. “Senin sırtın, asla yere gelmez!” diyor.
Bütün bunları düşünüp senin adına söz verdim onlara. “Biz borcumuzu bir yılda öderiz!” dedim. “O beni yalnız bırakmaz!” dedim. “O öldü bu cennet vatan için. Ne okyanuslar geçti, derede boğulmaz o!” dedim. “Çalışır, didinir öderiz!” dedim. “Biz ne destanlar yazdık onunla. Yine yazarız.” Dedim. Ben sana inandım da dedim bunları.
Biliyorum, sen yine elini uzatacaksın bana. Bu yıl istirahat etmeyeceksin, bu yıl durup dinlenmeyeceksin, arkana hiç bakmayacaksın. Ben de bakmayacağım. Sabahlara kadar çalışacağız.
Sabah gün ağarırken dalgalanan bayrağı seyrettin mi hiç? O nasıl bir asalet, o nasıl bir duruş öyle? Elimden gelse açıp göğe salacağım o hürriyet timsali ay yıldızımızı. Direğe bağlı olması bile zoruma gidiyor. Şimdi söyle bana, kimin gücü yeter onu indirmeye, dindirmeye. Kimin gücü yeter onu durdurmaya. Biz adamın o kalan tek dişini de sökeriz. O bayrak uğruna neler feda ettiğimizi kim ne bilecek?
Çoluğunu çocuğunu unutacaksın bu yıl, ben de unutacağım. Söz veriyorum sana, eğer bu yıl uyursam namert olayım, durursam kahrolayım. Böyle bir zamanda dinlenirsem dedem bana ne der? “Bu mu senin adamlığın?” demez mi dedem bana? “Ben sana borçlan, muhannete muhtaç yaşa diye mi teslim ettim bu vatanı? Bunun için mi şehit oldum?” demez mi dedem?
Ey benim aziz milletim, ben sana güvendim. Söz verdim senin adına. “Bu yıl bitecek bu borç ve başımızı dik tutacağız artık!”
‘Kurtuluş Destanı’ yazarken kan dökmüştük. Şimdi ‘özgürlük destanı’ yazmak için sadece ter dökeceğiz. Gökten ecdat inecek. Alnımızdan öpecek, o pâk alnımızdan…
Ebediyete kadar hür yaşayacak olan milletimin önünde saygıyla eğilmekten onur duyuyorum.
Dünyanın en zeki adamı